Mel'un, Selim İleri
Bir kaç ay önce Türkçe bilgimi biraz zenginleştirmek veya unuttuklarımı hatırlamak için Türkçeyi iyi kullanan yazarları okumak istedim çünkü son zamanlarda okuduğum, izlediğim çoğu şey ya İngilizce ya da çeviriydi, özellikle edebi alanda. Küçük bir araştırmadan sonra Refik Halid Karay ve Selim İleri’de karar kıldım ve romanlarını aldım.
Bir kaç tane de Türk filmi izledim, kitaplardan ve filmlerden sonra hissettiğim şey, kendi anadilimdeki bu eserlerde bir çok şeyin daha az yapay gelmesi oldu.
Refik Halid’in Ayın Ondördü isimli romanını okudum, Türkçe güzel ama konu ve kurgu biraz hafif geldi, bir yandan da kitapta şaşılacak derecede imla hataları var gibi geldi ve sık sık acaba bu eskiden böyle ifade ediliyordu da ondan mı böyle yazdılar gibi düşünsem de sanki bazı cümleler çok net problemli gibiydi.
Selim İleri’ye geçecek olursak. Aldığım romanları Son Bulmak, Mel’un ve Bu Yalan Tango.
Önce Son Bulmak’ı okumaya başladım ancak okuduğumdan çok bir şey anlamıyordum. Yazarlık hayatının sonlarına gelmiş bir adamın düşünceleriydi, sürekli tamamlamaya çalıştığı ancak bitiremediği romanlarından, tarihi romanlardan ve tarihi olaylardan bahsediyordu. Orhan Pamuk’un roman kuramı ve roman okuması hakkında düşüncelerini henüz okumadığım için bu kitabı da ana fikrin ne olduğunu çok fazla sorgulamadan okudum diyebilirim. Ve şu an düşündüğümde maalesef aklıma hiç bir şey gelmiyor, ne verdi kitap bana ona verdiğim zamana karşı? Ha basma kalıp bir macera, polisiye romanı gibi bir merak, heyecan vs. de vermedi, hatta çok zor okudum, eşim başladı yarım bıraktı, ben inat ettim bitirdim ama bana da çok bir şey kalmadı gibi.
Sonra Mel’un’a başladım, kurgunun Son Bulmak’a benzer olduğunu ve kitabın da 581 sayfa olduğunu görünce tedirgin oldum. Bu kitabın da yarısından fazlasını ana fikri aramadan üzerinde çok düşünmeden okudum, diğer yarısını biraz daha bilinçli okumaya çalıştım.
Mel’un yazmaya tutkulu ama yazar olamamış, hiç bir eseri yayınlanmamış bir adamın defterlerine geçirdiği güncelerinden oluşuyor. Kahraman Sayru Usman’ın düşünceleri takıntılı bir şekilde aşık olduğu aktris Cahide Songu, tiyatro ve edebiyat camiası; Muhsin Ertuğrul, Burhanettin Tepsi, Halide Edip, Abdülhak Hamit Tarhan, Nurullah Ataç, Tevfik Fikret gibi kişiler, Doğu-Batı kültür çatışmaları ve Türkiyedeki Batıcılık vs. gibi konular. Ve bir çok Osmanlı tarihi konusu, özellikle Kanuni devri, kardeş katli meseleleri ile ilgili konular.
Roman kahramanı yazarın hiç bir eseri yayınlanmamış, yayıncılara ve yayın dünyasına ciddi eleştiriler var. Çok satan bazı yazarların bayağılığı, yayıncıların çok satmak için yazarlardan istedikleri, yazarın eserlerini bilgisizce yargılamaları vs.
Batı’dan Charles Dickens, Shakespeare en çok adı geçenler ve başka bazıları da var.
Bahsi geçen insanlara karşı sert eleştirileri var kahramanın, özellikle Muhsin Ertuğrul, Charles Dickens hakkında. Muhsin Ertuğrul’u Türk tiyatrosuna Batı taklitçiliği dışında bir şey katmamak ile suçluyor, Charles Dickens’ı tamamen para kazanmak amacıyla insanların duygularını sömüren edebi hiç bir kaygısı olmayan, ısmarlama şeyler yazan birisi olarak.
Dikkatimi çeken bir konu Dante’nin İlahi Komedya’sının Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin(https://islamansiklopedisi.org.tr/ebul-ala-el-maarri) bir eserinden kopya edilmiş olduğu iddiası.
Başka bir konu Türk aydınının Batılılaşmak konusundaki düşünceleri; nasıl Batılılaşalım, geçmişimizi unutup her şeyimizle Batı’ya mı dönelim, neyi alalım neyi almayalım vs. Burda geçmişte Türk aydının jakoben tutumunun ve bunun halkta yol açtığı taassuptan da bahsedilmiş. Türk müziğinin yasaklanması konuları vs. Kahramanın ailesinde de aslında bu Doğu-Batı çatışmasının ya da zıtlıkların bir temsili var gibi: İki annesi var, birisi üvey annesi ve daha modern!, Avrupai yaşam tarzı ve zevkleri olan birisi, diğeri ise ev işlerine boğulmuş geleneksel bir ev hanımı.
Türkçedeki imla sorunları; değişen kelimelerimiz, herkesin farklı yazdığı kelimeler vs. konusunda romanın her yanına dağılmış düşünceler, eleştiriler, sorgulamalar var. Bunlara cevap olarak, Selim İleri’nin yaptığı imla hatalarından da bahseden İbrahim Demirci’nin Türk Dili dergisinde çıkmış bir makalesi var. O makaleyi kabaca okuyunca Türkçe yazmanın aslında hiç de kolay bir şey olmadığı kanısına varmadım değil.
Sonuç olarak Mel’un, şizofrenik yaşlı birisinin Türk tarih, edebiyat, dil, tiyatro, genel kültür, yayıncılık vs. anlayışlarına karşı bir çok eleştiri ve tespiti içeren bir roman.
Çok fazla tekrar var, özellikle sürekli Cahide’nin gündeme gelmesi bir müddet sonra boğuyor, sonlara doğru kardeş katli ile ilgili konuların tekrar tekrar gelmesi yine aynı etkiyi yapıyor, sanki kahramanın yaşadığı bir kabusa ortak oluyorsunuz, hani bazan uyumadan önce bir şeyle çok uğraşırsınız ve sabaha kadar uyurken beyninizi o uğraştığınız şey sürekli meşgul eder, aynı şeyler binlerce defa beyninizin içinde dolanıp durur, ne rahat uyuyabilirsiniz ne de uyanabilirsiniz, işte öyle bir etki yapıyor, bitsin istiyorsunuz ama bitmiyor.
Kitapta durup üzerinde düşünülecek, araştırılıp öğrenilecek çarpıcı konular var ancak bunun 581 sayfaya tekrarlı bir şekilde dağılmış olması okumayı biraz zorlaştırıyor. Selim İleri de kitabı bu konular üzerinde düşünecek okur için yazdığını, kitap satsın diye bir kaygı ile yazmadığını söylüyor. Dile getirdiği konuları, birinin söylemesi gerekiyordu ben söyledim diyor. Selim İleri’nin bilgi deryasının genişliğine ve derinliğine de hayran kalmamak elde değil.
Bir yerde de Dostoyevski benzetmesi gördüm, tamamen bir kahramanın içinden olaylara baktığımız için sanırım böyle düşünülüyor, atmosferi anlatmaktansa tamamen kahramanın düşüncelerinin derinliklerine odaklanıldığı için.
Bana kalan; resmi tarihe veya söylene gelen her şeye sorgusuz inanmamak, bu bir çok konuda olabilir; Osmanlı tarihi, sanat/aydın camiasındaki insanların yaptıkları, katkıları vs. Bir çok şeye sorgulayıcı gözle bakmak, meselelerin aslını öğrenmeye çalışmak, çelişkileri yanlış yönleri, yüzyıllık yanlışları görmek, sürünün peşinden sorgusuz gitmemek.